28 Haziran, 2025

YALANCILIK

 İslam coğrafyasındaki milletler olarak durumumuz rezalet.

Büyük yalanlarımız var kendimizi inandırdığımız...
1-“Batı bizi sömürdüğü için biz bu haldeyiz.“
Yalan..!
Batı bizi sömürdüğü için bu halde değiliz. Aksine biz bu halde olduğumuz için sömürülüyoruz.
2- En yüce dinin mensubu olmakla övünürüz ve bunun için düzgün insan olduğumuzu savunuruz.
Yalan..!
Kendimize Müslüman dediğimiz için ahlaka ve etik değerlere ihtiyacımız yok sanırız, beğenmediğimiz o "gavurların" etik ve toplumsal değerlerinin yanına bile yaklaşamayız.
3- Bu batılılar dünyanın başının belasıdır, der gavurlara sabah akşam söveriz.
Yalan..!
En Müslümanımız bile kıçı sıkıştığında huzur ve kaliteli yaşam için batıya kapağı atar. Hiç biri bir İslam ülkesine gitmez.
4- Gittiğimiz yere medeniyet ve insanlık götürüyoruzdur.
Yalan..!
Gittiğimiz yerdeki düzgün sisteme uymak yerine onu kendimize uydurmaya çalışır berbat ederiz. Hırsızlık, dolandırıcılık, kuralsızlık, pislik ve suçu oraya taşırız. En yakın örneği; mülteci olarak gittiği ülkede kadınları taciz ve tecavüzde bulunanlara bakınız. Sokaklara sümkürme, tükürme, duvarlara işeme, çöpleri ortaya atma alışkanlıklarımızı ise söylemeye gerek var mı?
5- Dinimiz kardeşlik dinidir, biz hepimiz kardeşiz deriz.
Yalan..!
Din adına menfaatimize uymayan herkese sövmeyi, bütün egoist duygularımızı tatmin etmeyi alışkanlık haline getirmişizdir. Bir taraftan cennette huriler hayal ederken, insan, hayvan, doğa fark etmez her şeyi kirletir, her haltı yeriz. Başımıza gelen iyi şeyleri kendi menfaatimize olduğu için kendi başarımız, kötü şeylerde ise kader der sorumluluğu Allah'a yıkarız.
6- Kendimizi çok akıllı görürüz; biz aslında gavurlardan daha akıllıyız.
Yalan..!
Aklımız kullanmak, araştırmak, bilgi ve donanım sahibi olmak için emek vermeyiz. Kitap okumayı gereksiz buluruz, kitap satışlarımız ve kişi başı yılda okuduğumuz kitap sayısı suratımıza şamar gibi vurur ama halen arsızlık eder kendimizi daha akıllı görürüz.
Gavurun icat ettiği teknolojik cihazları hayretle ve şevkle kullanırken, onu icat edip üretenlerden daha akıllı olduğumuzu düşünmek gibi kendimize ve birbirimize söylediğimiz yalanlara oyalanırız.
7-Kendimizi çok dürüst görürüz.
Yalan..!
Sırf gırtlağımıza hak etmediğimiz bir lokma girecek umuduyla, en üçkağıtçı, en fırıldak, en hırsız kişileri başımıza yönetici yaparız ve bundan hicap bile duymayız. Çalıyor ama yapıyor der, hırsızı takdir ederiz. Vergi, elektrik, su, akaryakıt, makam, kadro, zaman, mesai vs. hırsızlıklarını doğal görürüz, fırsatını bulduğumuz anda çalarız.
8- Bu millet cahil filan ama ferasetlidir, seçimlerde en doğru kararı verir deriz.
Yalan..!
Makarnaya, kömüre, en küçük menfaatlere oy satarız. Ülkenin ve milletin bekası, menfaatleri bizi en son ilgilendirir. Günde 8 saat TV izler, dizilerden yalan yanlış tarih öğrenir, uydurma haberlerden dünya ve ülke siyasetini bildiğimizi sanır, bir dakikada gaza geliriz. Cehaletimizin ferasetimizden kaynaklandığı gibi absürt bir saplantımız vardır. Bu doğru olsaydı İslam coğrafyasındaki bunca kan ve gözyaşının olmaması gerektiğini akıl edemeyiz.
.....
Daha yazacak çok yalan var ama bireysel istisnalar kaideyi bozmamak kaydıyla Ortadoğu halklarının genel durumu budur.
Şimdi bu coğrafyadaki kan, gözyaşı, sefalet ve sömürünün esas sebeplerini bir kez daha düşünelim mi?

CEHALET NEDEN MUTLULUKTUR?

 Bir sosyal psikolog olan Leon Festinger 1957 yılında bilişsel uyumsuzluk teorisini ortaya atmıştır. Bu teori bugüne kadar henüz yanlışlanamadı.

İşte bu teoride ortaya konan insan ve toplum davranışı eğilimlerinden, dünyadaki bir çok siyasetçi ve din tüccarları yararlandı ve halen hunharca kullanıyorlar.
Üstelik, çok akıllı olduğunu sanan, özellikle bizim ülkemizdeki birçok kişi de bu teoride ortaya konan durumda olduğunu bilmeden yaşıyor.
Teoriye göre, insan beyni birbiriyle çatışan düşüncelerle karşılaştığında ekstra nöronların çalışmasıyla beyin zorlayıcı bir sürece girmektedir. Doğal olarak düşünme ve bilgileri karşılaştırma eylemi esnasında beyinde pek çok nöron aktif hale geliyor ve bu da kişiyi rahatsız ediyor.
Gerçekten bir şeyler öğretmeyi ve öğrenmeyi insanlar çoğunlukla göze alamıyor çünkü öğrenmek acı verici bir süreçtir.
Kişi yeni bir şey öğrendiğinde beyninde ekstra nöronlar çalışır. Yeni bir bilgi öğrenen kişi eski bilgiyi bırakmak zorunda kalabilir. Bu bazen alışkanlıkları bırakmayı da gerektirebilir. Bu çoğumuz için zordur. Yeni bilgiler öğrenmek ve kendini güncellemek zorlu, zahmetli ve uzun bir süreçtir. Bu sebeple insanlar yanlış da olsa kendisine sunulan eski bilginin yerine yeni ve doğrusunu öğrenmek ve değiştirmek eğiliminde olmazlar, böylece daha rahat, kaygısız ve mutlu olurlar.
Hal böyle olunca ironik bir şekilde cehalet hem kişinin kendisi, hem de sistem tarafından teşvik edilmektedir. Çünkü bu durum haz ve mutluluk sağlayan uyuşturucular vermek gibidir ve bilgiyi vermekten daha kolay ve caziptir.
Bu durum toplum yönetiminde, din alanında, siyasette çok kullanır ki birçok geri kalmış veya 3. dünya ülkelerinde kurnaz siyasetçiler ve din tacirleri stratejilerini bu durum üzerine kurar ve cehaleti teşvik ederken, etki alanlarını bu şekilde genişletir ve buradan nemalanır, süreklilik sağlarlar...

Tüm ifadeler
32

DİLİMİZ GÖNLÜMÜZÜN AYNASIDIR

  Bir ulusun bireylerinin umutlu bakışı, ruhsal ve bedensel sağlıklı oluşu, uyumlu iletişim ile başlar. Bu yapı, toplumsal kalkınmaya da hız verir, güç katar.

İnsan ilişkileri, düşünce ve duyguların gözlerdeki olumlu enerjinin sevgisinin ya da olumsuz enerijinin sevgisizliğinin süzgecinden geçerek başlar. Sonra da sıra dilimizi kullanmamıza gelir. İşin sırrı da, çok bilinen, kullanılan “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” deyişinde gizlidir. Dilin gücü, kelimelerin enerjisi düşmanı dost, hastayı iyi, mutsuzu mutlu eder. Konfüçyüs’e “Bir ülkeyi yönetmek için çağrılsanız, ilk iş olarak ne yapardınız?” diye sormuşlar. “Hiç kuşku yok ki, dili gözden geçirerek işe başlardım,” demiş.

Dil konuşma, anlaşma, düşünce ve kültür oluşturma için vardır. Dil, kusurlu olursa bu saydıklarımın tümü kusurlu olur. Yerine göre dil, kılıçtan keskindir. Kötü niyetle kullanıldığında, karşısındakinin psikolojisini darmadağın eder. İyi niyetle ise, ruha bir zenginlik katmak, neşe ve huzur için bir birdir. Aslında her insan başkaları tarafından övülmek, beğenilmek ister. Başkaları tarafından beğenilmek kendine olan inanç ve güveni artırır.

Övülmek, en önemli motivasyon ve teşvik kaynağıdır. Bir insana değer vermek, özen göstermek, ona kıymetli olduğunu hissettirmek bir kültürdür, görgüdür ve eğitimdir. Ve bu eğitimi insan ancak kendikendine edinebilir, okulu yoktur. Yolu ise insan olmaktan geçer.

Nasıl ki eli bol, vermeyi seven insanlar herkes tarafından takdir edilir, sevilir ve saygi görür. İşte, toplumumuzun eksikliğini duyduğu insan modeli hem eli hem dili cömert insan olgusudur. “Merhaba dostum. Nasılsın? Seni gördüm ya, iyi bir gün geçireceğim demektir,” sözleriyle selamladığımız kişi sevdiğimiz ve iyi ilişkiler kurduğumuz kişidir.

İnsanlar arasındaki iletişimde temel iki yol vardır. Yaşamımızı zenginleştiren uyum yolu ya da yaşamımızı fakirleştiren uyumsuz yol. Kişisel ya da toplum ile olan ilişkilerimizi seçtiğimiz yol üzerinde kurmak zorundayız.

Dengeli davranan, düşünce ve duygularını denetleyen, dilini övgü-sevgi-uyum yolunda kullanan, empati yapabilen, insanları yargılamadan dost olabilen, başkalarının gözlerine sevgi ile bakabilen, her insanın övülecek özelliğini dile getirebilen, gönül almayı bilen, ben-bana- benim- benimki sözcüklerini lügatından çıkarıp “sen”i sık sık kullanabilen kişiler, topumun manevi ve sosyal gücünü, mutluluk düzeyini yukarıya taşırlar. Bunlar toplumun yapı taşlarıdır.

Bu tespitlerim “uyum yolu”na bir davetiyedir. Bir çağrıdır. Karşımızdaki kişinin beklentilerine cevap verebildiğimiz oranda, onun bize ters gelen özelliklerine hoşgörü, sevgi ve anlayış ile bakabildiğimiz  ölçüde uyum sağlarız.

Dilerim ki, kişisel ilişkilerde sürtüşmeyi en aza indiren, kavgaya dönüşmeden sorunları çözebilen, acı yerine mutluluğu, kin ve nefret yerine sevgi ve hoşgörüyü yeğleyebilen bir Türk topumu daha fazla gün yitirmeden yeniden oluşsun. Saygılarımla


26 Haziran, 2025

YAŞARKEN YENİDEN DOĞMAK LAZIM

 Kartal, kuş türleri içinde en uzun yaşayanıdır. 70 yıla kadar yaşayan kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için, 40 yaşlarındayken çok ciddi ve zor bir kararı vermek zorundadır.

Kartalın yaşı 40′a dayandığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzunlaşır ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır. Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartalın burada iki seçimden birisini yapması gerekir. Ya ölümü seçecektir ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.
Yeniden doğuş süreci 150 gün kadar sürecektir. Bu yönde karar verirse kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan bir yerde yuvasında kalır. Bu uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer.Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.
Kendi yaşamımızda sık sık bir yeniden doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız. Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı veren eski alışkanlıklarımızdan, geleneklerimizden ve anılarımızdan kurtulmak zorundayız. Ancak geçmişin gereksiz safhasından kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden doğuşumuzun getireceği olağanüstü sonuçlardan tam olarak yararlanabiliriz.
Geride kalanları unutmak ve önümüzde bizi bekleyenlere ulaşmak için hedefinize doğru ilerleyin.

Ölmek yerine, yeniden yaşamayı seçen ve yaşamak için acı çekmeye razı olan kartalın yaşam yolculuğu bizlere çok şey anlatmıyor mu? Kalp atışının inişli çıkışlı olduğu gibi, hayatımızda da iniş çıkış varsa, mutluluğun yanında acı ve hüzün de varsa yaşadığımızı hissederiz. Hayatımızda bir çok başarısızlık yaşayabiliriz. Defalarca düşeriz. Bu durumun hep bu şeklide devam etmesi de bizim seçimimiz, radikal bir karar ile zinciri kırmak ve yeniden doğmak da. Ancak hayat bizlere, yeniden doğmanın kısa formulünü altın tepsi içerisinde sunmuyor ne yazık ki. Bunun için acının içinden geçmek gerekir. Bu kaçınılmazdır. Tekamül kazanmak için, hayatı en minnoş minnoş yaşayan biri bile mutlaka bu acının tadına varacaktır diye düşünüyorum. Tabi acının derecesini sadece Yaradan bilir. Yıllar önce, ajanda yaprağında okuduğum bir Fransız Atasözü yaşam hakkında bir ipucu vermişti bana; 'Pırıl pırıl gökkuşağını görmek için önce yağmuru yaşamak gerekir'. Yaşamınızdaki yağmurların altından yıkılmadan, güçlü bir şekilde geçmenizi dilerim. Kendinize iyi bakın. Sevgilerimle

22 Haziran, 2025

ZEYTİNİME DOKUNMA!

 Teos antik kentinde bulunan 1800 yaşındaki zeytin ağacı Umay Nine Ağacı

Bir ulu zeytin ağacı; Umay Nine..
Efsaneye göre antik çağda sadece iyi insanların zeytin ağacı dikmelerine izin verilirmiş..
Yağı ile geceler, fenerler aydınlanmış, uğruna kaleler, kentler fethedilmişti..
Teos Antik Kenti'nde bulunan bin 800 yaşındaki zeytin ağacının gölgesinde, asırlardır Ege'ye rahmet, bereket dağıtan Umay Nine'nin baş ucunda..
Teos antik kenti içinde, 1800 ila 2000 yaşlarında anıt ağaçlar bulunuyor. Bunlardan birine Umay Nine adı verilmiş. M.S. 37 ye tarihlenmiş. Umay Nine’nin filizlenip büyümeye başladığı tarihte, Roma’da İmparator Caligula hüküm sürüyormuş. Bir an düşündüm, 37 yılından beri, Umay Nine kimlere ve hangi olaylara şahit olmuş, kimler gövdesine dokunmuş, onlardan ne izler kalmış? Birkaç kişinin kollarını birleştirerek kavrayabileceği bir ağaç, Umay Nine. Gövdesinde yaşının izleri görülüyor. Kendince, meydan okumuş zamana. Topraktan çıkan gövdesi kıvrılmış, burulmuş. Sanki şahit olduğu olaylara cevap verir gibi, gövdesinde yumrular, şekiller oluşturmuş. Burada, biraz da hayal gücümü kullanarak, baykuş, insan başı, ahtapot gibi şekiller gördüm. Herkes, hayal gücüne bağlı olarak, bu oluşumları bir şeylere benzetebilir. Umay Nine, bu kadar yaşlı olmasına rağmen, zeytin üretimine devam ediyor.
Teos antik kentinde Umay Nine’den daha yaşlı, iki bin yıl öncesine tarihlenen ağaçlar var. Bir tanesi, antik kent girişindeki binanın arkasında bulunuyor. Maalesef, yanlış budama sonucu kurumuş. Zeytin ağacı, uzun yıllar yaşadığı için, Anadolu’da ”Ölmez Ağacı” olarak nitelendirilir. Bu nedenle de, kurumuş olduğu düşünülse de bu ağaç, bir gün bir kenarından filizlenerek yaşama tutunduğunu ve ayakta olduğunu gösterecektir. Diğeri, kentin Akropol alanında yaşamına devam ediyor.
Geçtiğimiz yıl, bu ağaçtan elde edilen yarım litrelik yağı, bir işadamı tarafından 30 bin lira karşılığında satın aldı.
Elde edilen toplam gelir ise burs olarak dağıtıldı.

Dünyada kesilmesi yasak olan başlıca iki ağaç, Zeytin ve Sakız ağaçlarıdır...
Kesilmediği müddetçe sonsuza kadar yaşarlar...
Zeytin, sonsuzluktur...



YAŞAR NURİ ÖZTÜRK

 Yaşar Nuri Öztürk....

Bugün, 22 haziran ölüm yıldönümü, bu tarih aynı zamanda nüfus kaydından farklı olarak doğum günüydü. Yani doğduğu gün öldü rahmetli. 22 haziran 2016
Süper zeka bir adamdı, sadece laf değil geride yazılı birçok eser bıraktı. Tam 64 kitap yazdı, dile kolay... Yazdıkları din simsarlarınki gibi anlaşılmaz değil, son derece anlaşılır ve duru Türkçeydi.
Uzman seviyesinde Arapçanın semantiğine de hakim olmak üzere 5 dil biliyordu.
Kim ne derse desin, duvarlarda asılı duran Kuran'ı Türkçe anlamıyla beraber hayatımıza soktu. Uzun yıllardır inanç hayatımıza pompalanan dogmaları ve saçmalıkları sorgulayarak, dinci ve din simsarlarına itirazın, mücadelenin önünü açtı.
Suskunluk sarmalını kırdı.
Birçok insanın Allah, Kuran, Peygamber ve İslam algısını değiştirdi, Kuran'la beraber, akla, bilime müracaatın önünü açtı.
O, gerçekte peygamberin söylemediği fakat birileri tarafından O’na atfedilen uydurma hadisleri, Kuran ayetlerini Türkçe okuyarak bir bir deşifre ediyordu.
Ve Fatiha’da söylenen ‘’Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım bekleriz’’ sözünü hatırlatarak din tüccarlarının maskesini düşürüyordu.
Kerameti kendinden menkul birçok "kaba softa ham yobazın" ve "din simsarının" ipliğini pazara çıkardı.






21 Haziran, 2025

CUMHURİYETİ VE ATATÜRK'Ü KİMLER SEVMEZ


Sakarya Savaşı'na diğer adıyla "Subay Savaşı" da denir.
Yunanların 16.000’i ölü olmak üzere toplam 46.000 zayiatına karşı, Türk ordusu, şehit ve yaralı olarak Sakarya’da 26.000 zayiat vermiştir. Birlik mevcutlarına göre er zayiat oranı %35-40, subay zayiat oranı ise % 60-70 arasında olmuştur. İşte bu yüzden Sakarya Savaşı’na “Subay Savaşı” denir.
Peki, subay zayiatımız neden bu kadar çok olmuştu?
Çünkü, maalesef Sakarya'da Türk ordusundan bazı erler savaştan kaçtı, yani sıvıştılar. Şehit olan ve yaralanan subaylar o kaçanların yerlerini doldurmaya çalışarak savaştıkları için bu kadar subay zayiatı verdik. Bazı kayıtlara göre erlerin %50'si Yunan önünden kaçtığı söylenmektedir.
Sadece Sakarya değil, Kurtuluş Savaşında Türk ordusundan sıvışan, mücadeleden kaçan epeyce kişi ve sözüm ona asker olmuştur. Buna rağmen, her türlü yokluk ve zorluk içinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde Türk milletinin fedakar insanlarınca vatan kurtarılmıştır.
Bugün o kaçanların çocukları, torunlarıyla birlikte yaşıyoruz.
İşte onlar ki, dönmesiyle, devşirmesiyle, tarikatıyla, cemaatiyle; CIAsal İslamcılarıyla, liboşuyla, bölücüsüyle, cibiliyetsiziyle, Türk vatanında yaşayıp, Cumhuriyetin faziletleriyle nemalanıp, Cumhuriyeti de, Atatürk'ü de sevmeyen, fırsat bulduğunda söven, altını oyan kesimdir.

Cumhuriyetimiz kutlu olsun, Türk devleti ve Atamız ilkeleriyle var olsun.


20 Haziran, 2025

MUTLULUK


 Size göre mutluluk nedir?

İnsan neyden mutlu olur? Çok parası olmasından? Kalabalık bir arkadaş grubuna sahip olmasından? Ailesi ile vakit geçirmesinden? Kendi ile başbaşa kaldığı zamanlarının olmasından? Gerçekten insan neyden mutlu olur? Muhtemelen hepimizin birbirine benzer mutlu olma durumları var. Çünkü birbirimize çok benziyoruz. Örneğin birine yardım etmek hepimize mutluluk verir. Ya da birlikte bir işi başardığımızda mutlu oluruz. Ama şunu çok net söyleyebilirim ki, geçmişte çok daha mutluyduk. Benim gibi ekonomik durumu orta halli bir aileden gelen bir birey olarak geçmişte çok daha mutluyduk. Bunu net söyleyebilirim. Bahçemiz vardı örneğin. Bahçemizde tavuklarımız, meyve ağaçlarımız.. Evimizin kömürlüğü vardı, garajımız.. Ya da kiler odamız.. Hep birlikte yerdik yemekleri. Bölüşürdük sofrayı.. Doğalgaz gelmeden önce kömür sobamız vardı, türlü şeyleri yakıp deney yaptığımız.. Şimdi hiç biri yok.. "Modern" ama bizi mutlu eden şeylerden, keşfetmeye iten, paylaşmaya iten şeylerden yoksunuz artık. Bu da dünyayı bizler için daha çekilmez kılıyor. Düşünsenize pandeminin 80-90'lı yıllarda yaşandığını.. Emin olun insanlar birbirlerine daha saygılı, daha paylaşımcı ve daha anlayışlı olurlardı.. Biz geleneklerimizden çok şey kaybettik. Geçmişe dönelim demiyorum ama geçmişi yaşamış ve yokluğu bilen biri olarak konuşuyorum. Biz eskiden çok daha mutluyduk! Yaşamın değeri ne biliyor musunuz? Paylaşmak.. Var olan her şeyi paylaşmaktan ibaret her şey.. Komşuların sizin evinizi, kendi eviniz gibi gördüğü, yemeği, sohbeti bölüştüğünüz bir yaşam bizleri mutlu eden yaşam. İnsan canlısı sosyal bir canlı.. Ama sosyalleşmek sadece kafelerde ya da işyerlerinde karşılaştığınız insanlarla olmuyor. O insanlarla bir şeyleri paylaşmakla, bölüşmekle oluyor... Ne istiyorum biliyor musunuz? Madem ki yeni bir çağ başlıyor, madem ki yeni bir dünya kuruluyor.. Bu Dünya'da Türkiye'nin özünde olan gelenekler yeniden yaşatılsın istiyorum. Bölüşmenin, paylaşmanın en yüce halinin yaşandığı bir Türkiye istiyorum.



Bakın, göreceksiniz paylaştıkça daha fazlası gelecek ve paylaştıkça daha mutlu olacaksınız. Size özel bir huyumu söylemek istiyorum. Ben kazandığım her şeyi tamamen paylaşırım. Birikim yapmam. Etrafıma veririm. Tamamen dağıtırım her şeyi. Ve her zaman daha fazlası gelir. Daha fazlasını bu sefer daha çok dağıtırım. Gelecekte kazandığımız paraların bir önemi kalmayacak. Ama kazandığınız insanların inanılmaz önemi olacak!