10 Kasım 1938 tarihi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tarihinde kara bir gündür.
Kurucu liderini kaybetmiş bir ülkenin geriye gidişinin başlangıcı kabul edilmelidir.
1923 Türkiye’sinin genel durumu
Uzun savaşlardan çıkmış, ekonomik olarak bitkin, eğitim seviyesi çok düşük, tarım toplumuna dayalı nüfus, her bakımdan altyapısı son derece zayıf, kendi küllerinden doğan bir ülke.
İmparatorluk sonrası devlet yapısı çökmüş.
Sadece tarıma dayalı yabancı kontrolündeki bir ekonomi.
Sanayi yok. Sermaye yok. Her şey dışa bağımlı.
Okuma yazma oranı %8.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye, uzun savaşlar (Balkan, I. Dünya, İstiklâl Harbi) sonrası yoksullaşmış, nüfusu azalmış, altyapısı yıpranmış bir devlet.
Cumhuriyet yokluk ve yoksulluk içinde kuruldu
Aşağıdaki rakamlar dönemin akademik tahminlerine dayalıdır; çünkü modern istatistik yöntemleri henüz yoktu.
Toplam nüfus, yaklaşık 12-13 milyon.
Şehirleşme oranı, %24. (büyük çoğunluk köylerde)
Toplam nüfusun 2,5-3 milyonu (1912–1922 arası) yapılan savaşlarda zayi olmuş.
Okuryazarlık oranı, %8-10 ile dünya ortalamasının çok altında.
Ülkede toplam 230 civarı lise ve ortaokul, çok sınırlı sayıda yüksekokul.
Öğretmen sayısı yetersiz, eğitim altyapısı çok zayıf.
Ekonomisinin %80’den fazlası tarıma dayalı.
Kişi başı millî geliri, yaklaşık 40-60 USD/yıl.
Yaklaşık 50 küçük işletmesi var. (Çoğu yabancı veya gayrimüslim sermayesi)
Demiryolu, yaklaşık 4.100 km. (Büyük bölümü yabancı kontrolünde)
Neredeyse hiç motorlu araç, fabrika, makine parkı yok.
Dünyanın en yoksul ülkelerinden biri.
’’Bu karanlık tabloda her türlü imkânsızlıklara rağmen paramparça edilerek işgale uğrayan aziz vatanı, düştüğü yerden tekrar çıkmasına önderlik eden Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü vefatının 87. yılında minnet, rahmet ve özlemle anıyoruz!’’
1923-1938 dönemi
Cumhuriyet’in ilânından Aziz ATATÜRK’ün vefatına (1938) kadar geçen 15 yıl, Türkiye’nin yeniden kuruluş ve modernleşme dönemi olarak tarihte ayrı bir yere sahiptir.
Cumhuriyet tarihinin en büyük eğitim atılımı bu dönemde yapılmıştır.
Söz konusu dönem, “Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Halkçılık, Devletçilik, İnkılâpçılık” ilkelerinin devlet felsefesi haline geldiği bir dönemdir. Günümüzde ATATÜRK İlkeleri olarak bilinen bu ilkeler doğrultusunda hayata geçirilen bir dizi yasal, hukuki, dini, kültürel, sosyal ve ekonomik değişiklikleri kapsar. Amaç, “Türkiye’yi gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkartmak” tır.
Diğer taraftan bu dönem, yokluk içindeki bir ülkenin sistemli bir şekilde çağdaş bir ulus-devlete dönüştürülme sürecidir.
Bu 15 yılda Türkiye, ekonomisi savaş devrinden çıkmış, siyaseten bağımsız, hukuken çağdaş, ekonomik olarak ayağa kalkmış, sosyal ve kültürel olarak modernleşme yoluna girmiş ve sanayileşmesinin temelleri atılmış bir ülke konumuna gelmiştir.
Ayrıca cehaletle sistemli mücadele başlatılmış ve topyekûn birlik ve beraberlik içerisinde birbirine kenetlenmiş toplumsal millî kimlik yapısı ile kültürel dönüşüm sağlanmıştır.
Devlet yapılan reformlarla toplum, eğitim, ekonomi ve diplomasi alanlarında yüzyılları aşan sıçrama gerçekleştirilmiştir.
Ölümüne kadar geçen 15 yıllık kısa sürede Atatürk’ün ekonomik bağımsızlık, eğitim reformu ve sanayileşme hedeflerinin neden öncelikli olduğu, ölümünden sonra daha iyi anlaşılmıştır.
1923-1938 döneminde stratejik anlamda, toplum yapısı “tebaa-yurttaş/ ümmet-millet” eksenine dönüştürülerek, modern devlet yapısı ve ulusal egemenlik teminat altına alınmıştır.
1923-1938 arası dönemi anlatmanın bu satırlara sığmayacağı aşikârdır. Biz sadece belli başlı ana konulara değindik.
Özetle 1923–1938 dönemi, Türk tarihinin “kuruluş ve sıçrama” dönemidir. Genç devlet uluslararası meşruiyetini ve saygınlığını pekiştirmiştir. Yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden modern, laik, çağdaş bir ulus-devlet çıkarma mucizesidir.
ATATÜRK’ün ölümünden sonraki dönem
Aziz ATATÜRK’ün ölümü üzerine 11 Kasım 1938’de Cumhurbaşkanlığına seçilen yakın silah arkadaşı İsmet İNÖNÜ, ikinci adam olarak tarihe geçti.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya güçler dengesinde önemli gelişmeler ve değişiklikler oldu. Dönemin koşulları içerisinde gelişen olaylar, kısa süre sonra dünyayı bu defa “Soğuk Savaş” denilen yeni bir mücadelenin içerisine sürükledi.
İşte ne olduysa bundan sonra oldu. ATATÜRK ilke ve devrimlerinden uzaklaşma asıl olarak bu dönemde başladı. Bundan sonra da bir türlü toparlanamadı. Bugünkü noktaya gelinmesinde, o dönemde iki kutuplu dünyada hegemonik güç odağı olarak tüm dünyaya hükmetmeye başlayan ABD’nin etkisi büyük oldu.
Aziz ATATÜRK’ün ölümünden sonra Türkiye ABD’nin ekonomik esaretine maruz kaldı.
Ekonomik esaret beraberinde siyasi bağımlılığı da getirdi. “Truman Doktrini” kapsamında “Marshall yardımı” ile Türkiye, ABD ile askeri ve ekonomik alanlarda sıkı bir iş birliğine girdi.
ATATÜRK ilke ve devrimlerinden uzaklaşma bu dönemde doruk noktasına çıktı ve daha vahimi Türkiye, Batının yoğun olarak ürettiği çeşitli projelerle “Atatürk’ü, Cumhuriyeti ve laik ulus-devlet yapısını terkedin!” dayatmasına maruz kaldı.
Bugün bu dayatma artarak “etnik ve dini fitne” kıskacında sürdürülmektedir.
Değerlendirme
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ikinci yüzyılını idrak ettiğimiz bu günlerde emperyalizmin “Atatürk’ü terkedin” dayatmalarına karşı koyarak, kaybetmeye yüz tutan tarihi ve kültürel değerlerini yeniden kazanmak, üniter yapısına kurulan tuzakları bertaraf etmek, iç cepheyi daima sağlam tutmak ve bilhassa demografik yapısını korumak maksadıyla, ülkenin kurucu lideri Aziz ATATÜRK’ün kurduğu demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti olgusunun temelini oluşturan Türkiye Cumhuriyeti felsefesine tekrar geri dönmek zorunda olduğu değerlendirilmektedir.
Sonuç
Lozan’da tescil edilen yeni Türkiye Cumhuriyeti, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” olarak tanımlanmış, “ulus devlet, üniter devlet, laik devlet” nitelikleriyle dünya sahnesinde, sınırlarını vatandaşının kanıyla çizmiş şerefli bir millet olarak yer almıştır.
Ölümünün ardından 87 yıl geçmiş olmasına rağmen, bilhassa millî günlerimizde ve her 10 Kasım’da Anıtkabir’i ziyarete giden milyonlarca yurtsever vatandaş, Yüce Türk Ulusunun ona olan bağlılığını ve özlemini ifade etmektedir.
Bugün ne yazık ki onun koyduğu millî devlet ilke ve prensiplerini inkâr eden, üstelik bunu Gazi Meclis çatısı altında, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olmasından rahatsız olan, Türk egemenliğini ona buna paylaştırmayı demokratikleşme zanneden bir siyasi anlayışla karşı karşıyayız.
Bugün Türkiye’nin ulus devlet yapısı ve kimliğine karşı bir isyan başlatılmıştır.
İhtiyaç olmadığı halde yeni Anayasa yazma girişimleri vardır. Türkiye’nin ülkesi ve milleti ile bölünmezliğinin ve ulus-devlet yapısının teminatı olan Anayasanın ilk dört maddesi ile 42. 66. maddeleri üzerinde tartışma yapılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Aziz ATATÜRK’ten sonra etnik ve dini fitneye maruz bırakılarak bölünmeye çalışılmaktadır.
Bir örnek vermek gerekirse, Noam CHOMSKY isimli ABD’li bir Profesörün “Kader Üçgeni” kitabı, bize İngilizlerin meşhur “böl ve hükmet” stratejisini hatırlatmaktadır.
Chomsky anılan kitapta, ABD’nin Ortadoğu’ya “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” kapsamında vermek istediği yeni şekli şöyle anlatıyor:
“Ortadoğu’da ulusalcılık ve ulusal kimlik yok edilmeli. Bunun için de Ortadoğu Osmanlılaştırılmalıdır. Böylece bölgede Batı çıkarlarına karşı çıkacak ulusal güç ve direnç kalmayacak, sistemin çarkları rahatlıkla işleyecektir.”
Şimdi buna dayanarak kendisine “Sömürge Valisi” yakıştırması yapılan ABD Ankara Büyükelçisi Tom BARRACK üzerine hiç vazife olmamasına rağmen, “Türkiye için en iyi sistem Osmanlı millet sistemidir” diyor.
Aslında aynı şeyleri söylüyorlar.
Yani Türk ulusunun kanıyla canıyla çok zor koşullarda kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni çöpe gönderiyorlar.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşları tarafından ulus devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, yukardaki örnekte görüldüğü gibi bugün birden fazla potansiyel tehditle karşı karşıyadır.
Gazi Meclis çatısı altında Türkiye Cumhuriyeti’ni tahrip veya yok etmeye yönelik operasyonlara üzülerek tanıklık edilmektedir.
Türk istiklâl savaşını kazandıran ve Cumhuriyeti kurup yaşatan Gazi Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarına büyük bir borcumuz vardır.
Bu borç, günümüzde ancak Türk kimliği altında herkesi eşitleyen ulus devleti, üniter, demokratik, laik cumhuriyeti muhafaza ve müdafaa ederek, özetle ATATÜRK ilke ve devrimlerine sahip çıkılarak ödenebilir.
Ülkeyi işgalden kurtaran ve Cumhuriyeti kuran tarihi Gazi Meclis’in günümüz temsilcilerine ve Aziz Türk ulusuna düşen görev: ülkeyi huzur, güven ve umuda kavuşturmak maksadıyla; adaleti ve yargı bağımsızlığını hâkim kılmak, bu kapsamda hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkesinden asla vazgeçmemek, vatandaşların ekonomik bakımdan daha müreffeh bir seviyeye yükseltmek, millî eğitimi yeniden nitelikli hâle getirmek ve bölgeye yönelik emperyal plân ve projelere meydan vermemektir.
Cumhuriyetimizin kurucusu ve büyük devlet adamı Ebedî Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, sonsuzluğa uğurlanışının 87’nci yıl dönümünde rahmet, minnet ve saygıyla anıyoruz. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun!
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Güzel insanlarla söylenen güzel sözler hiç bir zaman israf değildir. Yeter ki yürekten ve samimiyetle söylensin.
Sevgiyle kalın